INFLUENCER BLOG İLETİŞİM

Deniz Bağan ile Kendinle Buluşmanın Yolculuğu: Esin Kasa ile Kuliste Buluşalım

İçsel dönüşüm ve şefkat üzerine derin bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız? Bu yazıda mühendislikten mindfulness ve yoga eğitmenliğine geçişin hikâyesini, sağlıklı sınırlar koymayı, şefkatin derinliğini ve alma-verme dengesini keşfedeceksiniz.

İlham Veren Kadınlar Mindfulness
  • Yayınlanma Tarihi: 07 Şubat 2025
  • Yazan: Speaker Agency
690X460 (2)

Bu hafta Esin Kasa ile Kuliste Buluşalım podcast serisinde çok yönlü bir sanatçı, eğitmen, girişimci Deniz Bağan ağırlanıyor. Bu ilham verici bölümde Deniz Bağan, meditasyondan, kendini bulmaya kadar ki yaratıcı süreçlerinden sanatsal yolculuğuna kadar birçok konuyu samimi şekilde bizlerle paylaşıyor. 

Hayata, sanata ve mücadeleye dair samimi ve etkileyici bir sohbet sizi bekliyor! Deniz Bağan’ın özgün dünyası ve anlatımları, sizi düşündürmekle kalmayacak; ayrıca ilham kaynağı olacak.

Deniz’in hem sahne hem de toplum için yaptığı katkılar, sanat ve bireysel ifade arasındaki güçlü bağlara ışık tutuyor. Keyifli bir sohbetle sanat ve toplumsal farkındalık üzerine düşündürücü bir yolculuğa hazır olun!

1 (2)

İçsel Dönüşümün Yolculuğu: Mühendislikten Mindfulness’a Geçiş

Hayat, çoğu zaman bizi öngöremediğimiz dönüşüm noktalarına davet eder. Deniz Bağan’ın hikâyesi, tam da bu dönüşümün ilham verici örneklerinden biri. İTÜ’de mühendislik eğitimi almış, kurumsal hayatın içinde 9 yıl çalışmış bir kadınken, içsel dönüşüm yolculuğuna çıkma cesaretini bulan Deniz, bu geçişi anlatırken şöyle söylüyor:

“Yaklaşık 29 yaşımda ben o U dönüşünü yaptım gibi hissediyorum. Yoga stüdyosunu iki ortağımla birlikte açtım ve gerçekten konforlu kurumsal kimliğe ‘hadi bay bay’ deyip birdenbire sudan çıkmış balık gibi sıfırdan bir alanda bir şey inşa etmeye başladım. Orada da şeyi fark ettim aslında. Bütün bu getirdiğim o işte sahneye çıkmak, kürsüye çıkmak, anladığımı anlatmakla ilgili haz. Bu yeni alanlarda. İşte yogada, meditasyonda, bedenle yaptığımız somatik işte hareket çalışmalarında bunları aktarırken de bana bir güç ve bir dayanak verdi.”

Bu dönüşümün arkasında, aslında çocukluk yıllarından itibaren var olan bir arayış ve derin içe dönüş hali yatıyor. Mühendislik kariyeri boyunca eğitimler vermeye gönüllü olması, kürsüye çıkıp bir konuyu anlatma tutkusuyla, ileride öğreteceği mindfulness ve yoga pratiğinin tohumlarını atıyordu. Bu süreçte hem mühendislikten gelen analitik düşünce yapısı hem de duygusal zenginliği birleşerek ona yeni bir kariyerin kapılarını araladı.

Deniz’in bu dönüşüm hikâyesi, kimlik değişiminin sancılı ama bir o kadar da ödüllendirici bir süreç olduğunu gösteriyor. “Kendi kimlik dönüşümünde, yani o kaosu göğüslerken metamorfoz anlarının içinden nasıl geçtin?” sorusu üzerine bu süreci şöyle tanımlıyor:

“Bir kimliğin ölümü, kaosu göğüsleme cesareti istiyor. O kelebeğin kozası. O kozada ne olduğunu düşünüyoruz ve aslında o kozada ne oluyor? Birçok insan şey düşünür. Yani oraya o tırtıl giriyor işte ve sonra bir yerde bir noktada derisi işte yırtılıyor ve oradan yırtılıyor. Ve oradan yırtılıyor. İki tane kanat çıkıyor ve oradan bacaklar çıkıyor falan. Hiç böyle değilmiş süreç aslında. Yani tırtılın kozayı yapmaya karar verdiği an, tırtılın bedeninde, DNA'sında aslında belli bir güne kadar uyur vaziyette bekleyen bir genin devreye girdiği anmış. Yani uyuyan bir gen uyanıyor bir gün, kendisi gibi uyuyan bir sürü geni uyandırıyor ve o genler o dürtüyü başlatıyorlar, o koza örülüyor. Ve o genler, genlerin becerisiyle bizim bildiğimiz anlamda tırtıl hiçbir şekilde tırtıllığı kalmayacak kadar dekompoze oluyor parça parça. Ve o erimeden sonra ancak o erimenin içinde yeni yapılar oluşmaya başlıyor.”

Deniz, kurumsal hayattan çıkıp yoga ve mindfulness eğitmenliğine geçerken yaşadığı içsel dönüşümün sadece kariyerle sınırlı olmadığını, kişiliğinin, sınırlarının ve hayatla ilişkisini de yeniden tanımladığını belirtiyor. Bu dönüşüm, hem kendine hem de başkalarına karşı daha derin bir şefkat duygusunu geliştirmesine de olanak sağladı.

2 (2)

Çocukluk ve Aile Dinamikleri: Kişiliğimizi Şekillendiren İlk Adımlar

Deniz Bağan’ın içsel yolculuğunu şekillendiren en önemli unsurlardan biri de çocukluk döneminde yaşadığı aile dinamikleri. Mühendis bir babanın ve duygusal açıdan derin bir annenin çocuğu olarak büyüyen Deniz, çocukluk anılarını anlatırken şu ifadeleri kullanıyor:

“Annemle çok erken yaşta bir çeşit duygudaşlık bağı kurduğumu görüyorum ve hani tüm bunlara yargısız baktığımda, yani bu iyi mi oldu kötü mü oldu işte veya hani bu bir çocuk için doğru mu yanlış mı çerçevesini tamamen söktüğümde hani salt gördüğüm şey, annemin bütün duygularını eşlik eden bir Deniz var orada. Dolayısıyla bir yandan da evin içinde annemle kurduğumuz hayatta onun o duygularına sürekli eşlik etmenin getirdiği bir şey var bende.”

Bu tür erken dönem aile dinamikleri, ileriki yaşlarda bireyin sınır belirleme yetisini ve duygusal dayanıklılığını etkileyebiliyor. Deniz Bağan, çocukken yaşadığı bu duygudaşlık bağını ve babasının disiplinli yapısını içselleştirerek kendi kişisel gelişiminde bir denge kurmaya çalışmış.

Özellikle “şefkat” kavramına yaklaşımı da bu dinamiklerden beslenmiş durumda. Ona göre şefkat, yalnızca güzel ve kolay anlarla ilgili değil; acının varlığına eşlik edebilme ile de ilgili. Bunu şöyle ifade ediyor:

“Şefkat, acının mevcudiyetiyle kalabilmektir. Şefkatin ne olduğunu anlamak için insanın galiba birazcık kendi canının yanlış olması gerekiyor. Yani canımızın yanmasının neye benzediğini. Kendini tanımak tatmak şefkati öğrenmenin herhalde kapısını açmaya başlayan yer ve tam da dediğin gibi yani bu bir çeşit eşlikçilik insan kendine şefkat gösteriyorsa kendine eşlikçi oluyor aslında bu yolculukta ve bir başkasına şefkat göstermekte ona eşlik etmek.”

Çocuklukta edindiğimiz bu duygusal kalıplar, yetişkinliğimizdeki ilişki dinamiklerini ve kendimize verdiğimiz değeri doğrudan etkiliyor. Sağlıklı sınırlar çizmek, alma-verme dengesini koruyabilmek ve kendimize evet diyebilmek, Deniz’in hem kendi yaşamında hem de öğretilerinde sıkça vurguladığı önemli konular arasında yer alıyor.

Bu bağlamda, Deniz Bağan’ın hikâyesi, içsel dönüşüm yolculuğunda aile dinamiklerini anlamanın ve bu dinamiklerle çalışmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Mindfulness pratiği ve şefkatle kendimize yaklaşmak, bu dönüşüm sürecinde bize rehberlik eden en önemli araçlar haline geliyor.

Deniz Bağan’ın dediği gibi:

“Bazen karşındaki kişiye hayır demek, kendine evet demek anlamına gelebilir.”

Bu söz, hem içsel dönüşüm yolculuğunda hem de hayatın genelinde kendimizi var edebilmenin ve iyileşebilmenin anahtarını sunuyor.

Şefkatin Derinliği: Acıyla Kalabilmenin Gücü

Hayatın içinde şefkati genellikle pozitif bir duyguyla, her şey yolunda olduğunda içimizde beliren sevecenlikle ilişkilendiririz. Ancak, Deniz Bağan’ın Esin Kasa ile gerçekleştirdiği podcast konuşmasında vurguladığı gibi, şefkatin derinliği aslında acıyla kalabilme gücünde gizlidir. Gerçek şefkat, hayatın zorluklarına, incinmişliklerine rağmen, acının mevcudiyetiyle var olabilmekten geçer.

Bağan’ın vurguladığı gibi şefkatin önemli bir boyutu da kimlik dönüşümü ile ilgilidir. Özellikle zorlayıcı anlarda, eski kimlik kalıplarımızı bırakmak, yeni bir benliğe evrilmek sancılı bir süreçtir. Ancak bu süreç, derin bir şefkatle ele alındığında, acıyı kabullenmek ve dönüştürmek mümkün hale gelir.

İlişkilerde Sağlıklı Sınırlar: Kendine Evet Diyebilmek

İlişkilerde şefkatin sürdürülebilmesi için “sağlıklı sınırlar” belirlemek elzemdir. Sağlıklı sınırlar, hem kendimize hem de başkalarına saygı duymamızı sağlar. 

Deniz Bağan’ın anlatımında dikkat çeken bir nokta, “alma-verme” dengesidir. Sürekli vermek, ilişkide zamanla tükenmişliğe ve dengesizliğe yol açar. Bağan bu durumu şöyle ifade eder:

"Genelde haddinden fazla vermek ilişkileri baltalıdır. Ve ilişkileri bitiren taraf o fazlasıyla verip diğerini borçlandıran, diğerini boğan taraf oluyor. Dolayısıyla sevgiden vermek sağlıklı bir şey. Ama eğer ki bir korkudan veriyorsak, iki aşırı uyumlanmadan dolayı bir alışkanlık olarak sürekli veriyorsak, üç geçirgen sınırlarımızdan dolayı aslında gerçekte ne istediğimizi kendimize soracak o cesareti bulamıyorsak ve veriyorsak sürekli… Sabote ettiğimiz şey ilişkinin ta kendisi oluyor. Ve genelde ilişkileri sonlandıran taraf, giden taraf, bazen arkasından ona söylemeden ikinci bir ilişki yaşayan ya da ilişkiyi bir boşanmaya ya da bir tümden kopuşa getiren taraf genelde almaktan yorulmuş olan taraf oluyor.” 

İlişkilerde sağlıklı bir alma-verme dengesini korumak, sadece başkalarını memnun etmek için kendimizden ödün vermemekle mümkündür.

Kendimize ve Başkalarına Alan Tanımak

Sınırlar koymak, otantik benliğimizi korumamıza yardımcı olur. Deniz Bağan, bu konuda çocuklukta edinilen alışkanlıkların önemine değinir. Uyumlanma eğilimi yüksek olan bireyler, yetişkinlikte de başkalarının isteklerine öncelik vermeye eğilimli olabilirler. Bu noktada, ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi açıkça dile getirmek, kendimize karşı şefkat göstermenin bir parçasıdır.

Deniz Bağan’ın verdiği örneklerden biri, günlük hayatta otomatik olarak “evet” demek yerine, durup düşünmenin önemidir. “Şu anda kendime evet dersem, ağzımdan ne çıkar?” sorusunu sormak, içsel farkındalığı artırır ve gerçek tercihlerimizi ifade etmemize olanak tanır.

İlişkilerde sağlıklı sınırlar belirlemek, sadece kendi iyiliğimiz için değil, ilişkilerimizin sürdürülebilirliği için de gereklidir. Kendi ihtiyaçlarını dile getirebilmek, uzun vadede daha samimi ve sağlam ilişkiler kurmamıza yardımcı olur.

Alma-Verme Dengesi: Sürekli Vermek Neden İlişkileri Zorlar?

İlişkilerdeki alma-verme dengesi hayatımızdaki birçok dinamiği etkiler. Bir ilişkinin sağlıklı ilerleyebilmesi için her iki tarafın da denge içinde alması ve vermesi gerekir. Ancak bazen bu denge bozulur ve sürekli veren taraf, ilişkide kendini tükenmiş, değersiz veya ihmal edilmiş hissedebilir. 

Deniz Bağan, Esin Kasa ile Kuliste Buluşalım podcast'inde bu konuyu derinlemesine ele alarak neden sürekli vermenin ilişkileri zorladığını anlatıyor:

Sürekli Vermek ve Borçluluk Hissi

Bir ilişkide sürekli veren taraf, genellikle karşılık beklemese bile zamanla bu vericiliğin karşılığını alamadığını düşündüğünde bir öfke ve kırgınlık hissedebilir. Sürekli vermek, diğer kişiyi istemeden borçlandırır ve bu borçluluk hissi, zamanla ilişkiye zarar verir. İlişkide dengeyi korumak için her iki tarafın da ne aldığına ve ne verdiğine dikkat etmesi gerekir.

Sınırlar ve Kendine Şefkat

Sınır koyamamak ve sürekli vermek, çoğu zaman kendine şefkat göstermemekle ilgilidir. Kendi ihtiyaçlarını ve sınırlarını görmezden gelmek, uzun vadede tükenmişlik ve hayal kırıklığına yol açar. Deniz Bağan, bu konuda şöyle diyor:

"Kendine hayır demek ve diğerlerine hayır diyememek, büyük hastalıkların habercisi. Kendimize şefkat göstermeyi öğrenmezsek, uzun vadede bunun bedelini sağlığımızla ödeyebiliriz."

Farkındalık ve meditasyon pratikleri, kendimize şefkat göstermeyi öğrenmemize yardımcı olabilir. Bu pratikler sayesinde ne zaman “evet” veya “hayır” dediğimizi daha bilinçli hale getiririz ve sınırlarımızı daha sağlıklı çizebiliriz.

4 (1)

Kaosu Göğüslemek: Metamorfoz Anlarının İçinden Geçmek

Hayatta büyük dönüşümler, çoğu zaman kaotik ve zorlu süreçlerden geçmeyi gerektirir. Deniz Bağan’ın bahsettiği gibi, bir metamorfoz anı yaşarken parçalanmak, yeniden inşa olmak ve eski kimliğimizi bırakmak cesaret ister. Bu süreçleri sağlıklı atlatmak için bazı araçlara ve içsel kaynaklara ihtiyaç duyarız.

Metamorfozun Zorluğu ve Gözlemci Olmak

Deniz Bağan, bu dönüşüm sürecini tırtılın kozaya girmesi ve tamamen çözülüp yeniden oluşması metaforuyla anlatıyor:

"Tırtıl kozasında tamamen çözülür ve o erimenin içinde yeni yapılar oluşmaya başlar. İnsan değişimi de böyle, bazen parçalarımıza ayrılmamız gerekir."

Bu kaotik süreçlerde meditasyon ve farkındalık pratikleri, gözlemci kalmamıza yardımcı olur. Deniz Bağan, bu konuda şunları söylüyor:

"Gözlemci kalmak, duygularımı ve düşüncelerimi yargılamadan izleyebilmek, beni en çok destekleyen şeylerden biri oldu. Bu sayede o kaosu daha kolay göğüsledim."

Yalnız Olmadığını Bilmek

Büyük dönüşümler sırasında yalnız olmadığımızı bilmek, bu süreçleri daha katlanılabilir hale getirir. Deniz Bağan, arkadaşlarının desteğini şu sözlerle anlatıyor:

"Bu yolda yalnız değilim.  Düşersem elini tutabileceğim insanlar var. Korkarsam ışığı benimle birlikte yakacak insanlar var. Onların varlığını bilmek kendi içimdeki gözlemci kadar kıymetli bir kaynak. Belki üçüncü büyük kaynak da benim için grup çalışmaları oldu."

Bir grubun veya topluluğun desteğini almak, kendimizi güvende hissetmemizi sağlar ve bu dönüşüm süreçlerinde bize güç verir. Bu, aynı zamanda ilişkilerin iyileştirici gücünü de gösterir.

5 (1)
Send Plane iletişime geçin
İletişime geçin
Formunuz başarıyla gönderilmiştir.